25.7.03

Gönlümdeki Köşk Olmasa

Aşık Veysel’in “Güzelliğin On Para Etmez” türküsünden yola çıkarak çekilmiş bir filmin adı Gönlümdeki Köşk Olmasa. Yönetmeni ise bir Danimarkalı: Elizabeth Rygard.

Sinema yazarı Uğur Vardan’a göre, “yabancı bir gözün, Türk toplumunun kırsal yüzüne bakarken yakaladığı onca tespit, filmi yeterince ilginç ve önemli kılıyor. Filmin tek zaafı var; öykünün Danimarka kanadı pek işlenmemiş. Odanın penceresinden gördüğümüz yağmurlu bir iklim efektiyle bu bölüm biraz çala-kalem geçilmiş. Buradan anlıyoruz ki yönetmen Elizabeth Rygard, ülkesinin tanıtımına katkıda bulunmak istememiş.”

Film, Avrupa sinemasına finansal destek için kurulan Eurimages’ın katkılarıyla çekilmiş bir ortak yapım. Yönetmen Danimarkalı Elisabeth Rygard. Danimarka’da yaşayan halk ozanı Yüksel Işık’ın yaşam öyküsünden parçalar içeren film, “Yalnızca bir din vardır; o da sevmektir” diyen Aşık Veysel’in felsefesinin izini de sürüyor. Filmin bizler için önemi, yurt dışına göç olgusuna, Türkiye’den, kaynağından bir bakışı sunuyor olması. Öykü, 1970’lerin Türkiyesinde geçiyor ama çok daha önce başlayan göç sürecinde, yurttaşlarımızın bu kararı almalarındaki itici güçler hakkında da bilgi veriyor bize. Ve tüm bunlar 7 yaşındaki bir çocuğun gözünden aktarılıyor seyirciye.

Dedesi tarafından evden atıldıkları için bir çadırda yaşamak zorunda kalan Osman ve ailesi, kendi evlerini yapmak için kolları sıvarlar. Her şey, onlar için bir köşk kadar kıymetli olacak dört duvardan ibaret küçücük bir ev içindir. Fakat yoksulluk diz boyu iken, mütevazı da olsa bir ev yapmak zordur. Bu uğurda, önceden hiç tahmin edemeyecekleri büyük acılar çekerler. Çaresizliğin sınırına geldiklerinde, çıkış, yurt dışına göç olacaktır. Bunun bedeli ise henüz küçük bir çocuk olan Osman’ın yedi yıl boyunca anne-babasına hasret kalması ve Danimarka’ya gecikmeli gidebilmesidir.

“Gönlümdeki Köşk Olmasa” ele aldığı pek çok yan tema yanında, aslen sevgi üzerine bir film. Bütün sevgi ve aşk hikayeleri gibi, acı ve hayalkırıklığını da içinde barındırıyor. Yönetmen Elisabeth Rygard’ı ve tamamı Türk sanatçılardan oluşan oyuncu kadrosunu kutlamak gerek kanımızca. Çünkü Osman’ların hayalindeki ev ne kadar mütevazı ve ona kavuşamamaları ne kadar acılıysa, filmin yalın anlatımı da o kadar çarpıcı.

Mehmet Çetin

Şair. Nereye ait olduğunu bulmak istercesine Amsterdam ve İstanbul arasında mekik dokuyor.

1955 Tunceli doğumlu Mehmet Çetin yıllarca kekemelik çektiği için belki, şiirlerinde en çok geçen sözcükler “ağız” ve “ses”. Çetin’in Türkiye’de Piya yayınları arasında basılan kitapları “Rüzgar ve Gül İklimi”, “Bir Ağızdan”, “Kekemece”, “Aşkkıran”, “Hatıradır Yak Bu Fotoğrafı”. Milliyet Sanat Dergisi’nin Aralık ayı sayısında Belma Akçura’nın kendisiyle yaptığı söyleşide, “Sanki bütün şiirleriniz yarım bırakılmış, çok fazla kekeme, neden?” sorusunu, “Kekemelik bana göre insanın kendine, karşısındakine, doğaya anlatamadığı bir durum.” diye yanıtlıyor. Devamı şöyle: “Bu nedenle dünyada en çok konuşulan dil bence kekemece. İnsanlık kendisiyle bile konuşmakta kötürümleşmiş durumda olduğu için bilmediği dillerde tırnaklarını yiyor. Şiirlerimde yalnızlığa yaptığım göndermeler de buna, insanın kendisiyle ilişkisindeki yoksunluğa dayanıyor. İnsanın kendiyle ilişki kurma biçimi yanlış. Bu ilişkiyi kuramadığı için de yalnız. ”

Ardından gelen soru, “Şiir bir iç hesaplaşma ya da kendini itiraf mıdır?” Mehmet Çetin dolaylı bir yanıt veriyor: “Kuşkusuz her insanın sırları vardır. Bu sırlar kimi renklerde, isimlerde, notalarda, dizelerde ya da sözcüklerde saklıdır. Ben rüyası görülmemiş bir şiirin yazılamayacağını düşünüyorum. Çok fazla rüyasını gördüğüm ya da kabus gibi yaşadığım sözcüklerim var. Her şey ağızın içinde gibi. Ağız konuşan, çığlık atan, söyleyen, öpen bir sembol gibi durur ama bende simge ötesi bir karşılığı var.”

İşte Mehmet Çetin’in, tüm bu söylediklerini yansıtan bir şiiri: Adı, “Muhtemel Şiir”

Islağına küskün bir rüzgarım belki ben
Baltık denizinde batık bir şilepte susan
Uğultulu ve uzun bir yalnızlıkken şimdi
Ve başka dillere unutulmuş mülteciyken
Muhtemelen kekeme bir çocuk olacağım
Sonra, geceye küskün o uykuyum ben
Avlular keskin bir darağacı kokusuyken
Kabus olup sızıyor rüyama çünkü devlet
Ay ve su sesinden başkası geçmesin diye
Muhtemelen daracık bir sokak olacağım
Bir de kınına küskün hançerim ben
Sınadım onu ateşte ağu ve ütopya ile
Kırk yerden kopan solucanken ömrüm
Anladım gündüzüne almaz beni İstanbul
Muhtemelen Amsterdam’a kanal olacağım
Sonra, yatağına küskün ırmağım ben
Kendime akıyorum o her bir balık için
Ağzımda taşırken kayıplarımın çığlığını
Ve dalınızdan düşen ilk yaprak olacakken
Ben, duymak istediklerinizi yazacağım
Ki az sonra muhtemelen sırf küfür olacağım.

24.7.03

Jöntürk

Rap ve hiphop son yıllarda pop müziğinki kadar geniş bir hayran kitlesi oluşturdu. Ve rock müzik kadar da sıradışı bir rol biçti kendine. Kıyafetleri, tavırları ve yaşam biçimleriyle farklı bir kültür hiphop. Almanya’da yaşayan Türk gençlerinin en çok dinlediği müzik türü aynı zamanda. Son yıllarda Türkiye’de de yayılmaya başladı ve geçtiğimiz ay, hiphop kültürü üzerine yeni bir kitap yayımlandı. Barikat grubunun kurucusu Jöntürk, Bir Gençlik Çığlığı Hiphop adlı kitabında kendisinin de içinde bulunduğu bu kültürü incelemiş. Sosyoloji bölümü mezunu olan müzisyen, akademik birikimi ile yaşam felsefesini kitabında buluşturmayı denemiş.

Jöntürk, Türkiye’de hiphop kültürünün hâlâ oluşmadığını düşünüyor. Yaygınlaşmasını da sağlıksız buluyor o yüzden. “Hiphopun ahlaki bir duruşu, tavrı, felsefesi ve politik bir yanı var. Türkiye’de ise hiphop sadece kıyafet, rap, breakdance ve DJ’lik olarak anlaşılıyor.“ diyor. Söz konusu kültürün muhalif tavrına vurgu yapan sanatçının kitabı yazma sebebi de bu: Hiphopu Türkiye’de yaşayan gençlere düşünsel arka planıyla tanıtmak.

Jöntürk, şarkı sözlerine bakıldığında bütün rap gruplarının dünyayı kurtaracak gibi göründüklerini ama bu tavrı gündelik yaşamlarına taşımadıklarını söylüyor. Hep aynı mekanlarda buluşup aynı sohbetleri sürdürmek, durmadan kendini tekrar etmek, eleştirilmesi gereken bir durum O’na göre. Hayran kitlesi büyük olan Eminem’e ise “Dönüp bakmam bile. Büyük acılardan gelen bir insan değil. O sıkıntıyı yaşayan ve rap yapan binlerce insan var. Eminem elde ettiği avantajı sistem eleştirisi için kullanmıyor.” diyor. Arabesk konusunda ise “ipini çekeceğiz” ifadesini kullanmış.

Aslında hiphop’un da arabeskin de çıkış noktaları aynı. Aralarındaki fark, hiphop’un düzeni değiştirmeyi istemesi, arabeskinse kaderciliği özendirmesi. Kendisine ve başkasına zarar veren insan tipi yaratması.

(Haber: Aycan Genlik, Milliyet, 23.3.'03)